Sosyal medya ve bilgi kirliliği

Sosyal medya hayatımızın bir parçası haline geldi. Her an her yerde sosyal medya ile içiçe yaşıyoruz. İçiçe olmayan var mıdır? Sanmıyorum. Varsa da yok denecek kadar azdır.

Kağıt kalemi elimize alıp mektup yazmak, kırtasiyelerden uygun karpostalı bulup bayram tebriği göndermek unutuldu, Yerini elektronik mektuplar, mesajlar aldı. Şu anda bu satırları yazarken de kağıda, kaleme ihtiyaç duyulmamıştır.
Davetler bile sosyal medya aracılığı ile yapıllıyor. Çok hızlı bir şekilde örgütlenmeler olabiliyor.
Hızla gelişen teknolojinin ürünü sosyal medyadan faydalanmak kadar doğal ne olabilir. Ancak sosyal medyada tuzakların, yalan-yanlış bilgilerin olduğunuda unutmamalı, hafızamızın bir köşesine kaydetmeliyiz. Kaba bir tabirle okuduğumuz her yazının, her mesajın üstüne atlamamalıyız..
Yakın zamanda, Gezi olaylarında bunun örnekleri yaşandı.
Ünlülerden kabul edilen birisinin attığı yalan bir twitin doğruluğu teyit edilmeden bir sitede haber yapıldı; bir vekilimiz tarafından TV kanallarına taşındı, Yalan bir haber bomba gibi halkın arasına düştü. Düşen bir bombanın oluşturacağı tahribatı düşünün...
Uzun zaman önce Can Yücel'in kızının; "Babamın olmayan 39 şiir babamın adıyla internette dolaşıyor" dediğini okudum. Can Yücel yaşasaydı adına yayınlanan bu şiirler için ne derdi acaba?
Can Yücel adına internette dolaşan şiirlerden biriside Ercişli şair Halil Çalışkan'ın "Hayat Ertelenmez" şiiridir. Bakın bu konuda Halil Çalışkan ne diyor: " Değil başka birine ait bir şiiri sahiplenmek, isim vermeden bir alıntı yapmanın veya dozu kaçmış bir esinlenmenin bile kesinlikle uzak durulması gereken bir davranış olduğuna inanıyorum. Ayrıca eğer şiir Can Yücel’e ait olsaydı böylesine bilinen bir şairin şiirini sahiplenmek de biraz fazla yüzsüzlük olurdu herhalde."
Çok sayıda yanlış bilgiye rastlamak, okumak mümkün sosyal medyada.
Yine birgün; aşina olduğum konulardan birisine rasladım. Güya bir Prof. tarafından yazılmış ve Facebook ta paylaşılmıştı.
Konu başlığı "Hacioğlu Samanlığı" idi. "Çavuşoğlu Samanlığı" olayını az çok biliyordum da "Hacioğlu Samanlığı" olayını hiç duymamış, okumamıştım. Paylaşımı okumaya başladım. Okudukça, "Çavuşoğlu Samanlığı" anlatılıyor diyorum içimden. Yazının ortalarında "Hacioğlu Samanlığı" "Çavuşoğlu Samanlığı" oldu. Paylaşan arkadaş kopyala yapıştır yapmış, "Çavuşoğlu"nu silmiş, "Hacioğlu " yazmış. Dikkatinden kaçmış olacak iki yerde silmeyi unutmuş.
Yine faceebokkta Bir paylaşıma rastladım. Ayakabının ayakta giyilmesinin günah olduğunu, oturarak giyilmesi gerektiğini ifade eden bir hadisten söz ediliyordu. Epeyde beğenen vardı. Doğruluğundan emin olamadım ve kaynağını sordum; cevap alamadım. Aynı paylaşım bir başka gün bir başkası tarafından paylaşıldı. Kaynağını sordum. Tabiki yine cavap alamadım. Ardından yakınlarımdan birisi paylaştı. Bunun hadis olmadığını gerekçeleriyle yazdım. Elindeki hadis kitaplarına bakmış, Din adamlarına sormuş, bu sözde hadisi doğrulayan olmamış.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bir örnek daha vermek istiyorum.
Paylaşılan bir linge tıkladım. Erkek ve bayan fotoğraflarının paylaşılmasının doğru olmadığından zinaya sebebiyet verdiğinden söz ediliyordu. Bayanlar Erkeklerin, erkeklerde bayanların fotoğrafına baktığında şehvet duyguları kabarıyormuş. Buda zina etmenin bir şekliymiş.
Paylaşımın altına bir cümle yazdım: Bu yazıyı yazan fotoğrafını profil resmi olarak koymuş.
 

Ne çabuk unuttuk

Tarih 23 Ekim 2011 (DEPREMİN İLK ANLARI)

Hava güzeldi. Bu güzel havayı ve Pazar tatilini değerlendirmek üzere balık tutmaya gittim. Balık tutacağım yeri iyi seçmiştim. Yarım saatte iki kilodan fazla balık yakaladım. Ta ki saat 13,50 sularına kadar.
Evden telefon geldi. Telefonu açtığımda 'alo' dememe fırsat kalmadan; hanım 'Erciş'te deprem olmuş' dedi. Ağzımdan çıkan tek cümle 'deprem mi olmuş' oldu. (13,41 de deprem olmuştu)  Ne zaman olmuş, kaç şiddetinde gibi sorular sormak aklıma bile gelmedi. Konuşmayı bitirdim, Aklıma ilk gelen kişi olarak kardeşimi aradım. Telefonuma cevap veren kardeşim ağlayarak 'evimiz yıkıldı' dedi. Ne diyeceğimi şaşırdım. Hanı derler ya kelimeler boğazımda düğümlendi. Evet Kelimeler boğazımda düğümlenmişti. Ben konuşamıyordum, O ağlıyordu.
Daha sonra evimizin ağır hasar gördüğünü ancak çökmediğini öğrendim. Kardeşim evimiz yıkıldı derken beklide farkında olmadan felaketin büyüklüğünü anlatmıştı.
İkinci olarak kayınbiraderimi aradım. Telefonu açtığında konuşmama fırsat vermeden üst üste 'bizde bir şey yok, bizde bir şey yok' dedi. İki kişiyi daha aradım. Sonrasında telefonlar kitlendi, arama yapamadım.
Yakaladığım balıkları düşünecek halim yoktu. Bir an evvel eve gitmek televizyonu açmak istiyordum. Arabama koştum, elimi kapıya attım telefonum çaldı. Karşıdaki ses Metin, Metin diye sesleniyordu. Kardeşimi aramışlardı ama benim telefonum çalıyordu.
Artık hatlar karışmıştı, aradığın kişinin değil başkalarının telefonu çalıyordu.
Eve geldiğimde deprem felaketinin yıkımı biraz daha netleşmişti. Bir elimde kumanda bir elimde telefon. Bütün yakınlarımı tek tek arıyordum. Ben Erciş'teki yakınlarıma, Erciş'tekilerden daha önce ulaşmıştım. Onlar bir birlerinden haber alamazken ben kimin nerede olduğunu haber veriyordum.
Geç saatlere kadar devam eden telefon görüşmelerinden sonra ailede can kaybı olmadığını öğrendim.
Ailede can kaybı yoktu ama komşulardan, arkadaşlardan, eş-dosttan ölüm haberleri gelmeye başlamıştı bile.
Depremin ilk saatleri benim açımdan bu şekilde geçti.
Bunu neden anlattığıma gelince: Benim gibi on binlerce kişi depremi yaşamadığı halde acı çektiler. Biran evvel yakınlarına ulaşmak için yollara düştüler. Günlerce uyku uyuyamadılar. Bizler bu acıyı, yaşarken Depremi yaşayanların, günlerce enkaz başında bekleyenlerin, Çocuğum, eşim, kardeşim v.b kurtulur mu ümidiyle bekleyenlerin çektiği acıyı tahmin etmekte zorlanıyorum.
Bugün, depremin 2. Yılını doldurduk. Dönüp geriye baktığımızda TOKİ konutlarının dışında Erciş'te yapılan gözle görülür hiçbir şey yok.
Deprem sonrası çekilen sıkıntılarda cabası.
Allah bizlere bir daha bu acıyı yaşatmasın. Temennimiz bu. Bir daha bu acıyı yaşamak istemiyorsak yaşananları unutmamalı bundan sonra tedbiri elden bırakmamalıyız.
Zira biz çabuk unutan toplumuz.

GÜZEL ALLAH

Geldim sana kalbim ile
Dedim Allah, Güzel Allah
Kalbimdeki geldi dile
Dedim Allah Güzel Allah

Yeri göğü yaratansın
Divanına kulun varsın
Dertlerime deva sensin
Dedim Allah Güzel Allah

Yeri geldi kötü oldum
Ben nefsime uyan kuldum
Son çareyi sende buldum
Dedim Allah Güzel Allah

 Görmemişim körmüş gözüm
Şeytanıymış güzel sözüm
Bu değildi benim özüm
Dedim Allah Güzel Allah

Ben kendime kendim sordum
Gece gündüz kafa yordum
Hakikati sende gördüm
Dedim Allah Güzel Allah

İman ettim sevdim seni
Af edensin Af et beni
Sil kalbimden; varsa kini
Dedim Allah Güzel Allah


Erol ÇELİK (ERCİŞLİ)

Vuslat Vaktı

12.03.2013 tarihinde kalp krizi sonucu vefat eden Haci Şefik Cami imamı abim Hafız Mehmet Çelik'e yazılmıştır.

Bülbül sesi idi sesin
Sesin ile andık seni
Allah dedi son nefesin
Nefesinle andık seni

Hoca Mehmet idi adın
Kendini Hak’ka adadın
Hakikatten ayrılmadın
Hak’kın ile andık seni

Gelmiş idi vuslat vakti
Gönlümüzden yaşlar aktı
Çare yoktu ölüm haktı
Rahmet ile andık seni

Hak Hukuku bilen idin
Gönüllerin Sultanıydın
Sen Hafız-ıl  Kur’an idin
Kur’an ile andık seni.

Her öğrencin adın andı
Dediler ki Hafız candı
Can handaydı dünya handı
Acımızla andık seni

İlmin ile girdin göze
Öğrettiğin kaldı bize
Hacet var mı başka söze
Sözlerinle andık seni

19.04.2013